Adres

Çarşı, Tort İşhanı, Kadir Kameroğlu Cd.
No:11, 20600 Çivril/Denizli

Şizofreniye NöroPsikolojik Bakış

Şizofreniye nörokimyasal bağlamda bir bakış ve şizofreniyi oluşturan temel etken ve sebepler tedavilerilerinin ne olduğu...
ŞİZOFRENİYİ ORTAYA ÇIKARAN FAKTÖRLER NELERDİR ? NÖROKİMYASAL BİR BAKIŞ...

Yusuf Alperen KÜÇÜKARSLAN

Üsküdar Üniversitesi Uygulamalı Psikoloji Yüksek Lisansı

Haziran 2023, Şırnak

ÖZET

Şizofreni ruhsal açıdan değerlendirildiğinde bireyin gerçeklik algısının bozulmasıyla ortaya çıkan bir bozukluktur. Kişiler yaşadıklarının gerçek olduğunu, hastalık yaşadıklarını kabul edemezler. Şizofreni bireylerin sosyal, duygusal, düşünsel alanına yıkım getiren bir hastalıktır. Şizofreni genetik açıdan incelenmiş olup hastalığın aktarımında genetik faktörlerin yüksek düzeyde etkili olduğu gözlenmiştir. Genetik bağlamda şizofreni yaşamış insanların beyinleri gri ve beyaz madde bağlamında incelenmiştir.(M. O. Öztürk & Uluşahin, 2014) Şizofreni tarihi hastalığın tanımlanması bakımından zorlu geçmiştir; nörokimyasal bakış açısına ulaşmak 20.yy. sonlarına doğru olmuştur. Son dönemlerde şizofreniye bakış açısında nörobiyolojik faktörler üzerinde durulmuşsa da farklı teoriler atılmış olup ilişkilendirmeler serotonin, dopamin üzerine yoğunlaşmış ve bunların eksikliği ve fazlalığı üzerinde çalışmalar gerçekleştirilmiştir. Yapılan çalışmalarda serotonin ve dopamin birlikte ele alınmış olup teoriler güçlendirilmiştir. Son yıllarda yapılan çalışmalarla ortaya çıkarılan teoriler ilaçların olumlu ve olumsuz yönlerini nörobiyolojik olarak kanıtlar niteliktedir. Çalışmalar psikotik ilaçların etki mekanizmalarının işlevsellikleri ve etki ettiği alanlar üzerinden teorik bağlamda tartışmalar gerçekleştirilmiştir.    

Anahtar kelimeler: Şizofreni, Nörobiyoloji, Genetik, Tekamül, Nörokimya, Serotonin, Dopamin.

  1. Şizofreni

Şizofreni çevremizde 100 (yüz) kişiden birinde rastladığımız, ‘‘sanrı’’ ‘‘varsanı’’ türden belirtileri barındıran, kişilerin gerçekle bağlantısını koparan, duygusal azalmalara yol açan, konuşma işlevlerinde bozulmalar; düşünsel boyutta azalmalara benzer içe kapanma heyecanlanmada; hayattan keyif almada azalmalara yol açan ‘‘dikkat’’, ‘‘düşünce’’, ‘‘bellek’’, yürütücü fonksiyonları değiştiren; değişik klinik tablolarla beliren bir hastalıktır(Ertuğrul, 2010). Ortalama hayatın 25(yirmibeş)’li  yıllarından önce ortaya çıkan iletişimsel ve iş hayatını olumsuz yönde etkileyen bozulmalara ve doğuştan gelen güçlerin kaybına neden olan ne zaman sona ereceği belli olmayan farklı türlere sahip bir tablodur(SUMMAKOĞLU & ERTUĞRUL, 2018). Bireylerin ergenlik döneminden sonraki zamanlarda ortaya çıkarak üretkenliğini bozan kabul gören algılama ve tanımlama yollarından sapmasına, sosyalliğinin bozulmasına, toplumsal çatışmalara yol açmaktadır(Back, 2003). Şizofreni bireysel ve maddi sıkıntılara sokan durumlardandır. Şizofrenin görülme sıklığı 100(yüz) kişiden bir kişidir ve yaşam süresi %20 azalmaktadır(Belene, 2009). Şizofrenin erkeklerde görülme durumları 15(onbeş) ile 25(yirmibeş) yaş aralığındadır. Kadınlarda ise bu durum daha geç ortaya çıkmakta ve 25(yirmibeş) ile 35(otuzbeş) yaş aralığında seyretmektedir. Şizofreni yatkınlığı oluşturan sebepler bulunmasına karşın oluşumuyla ilgili teoriler şizofreni oluşumunu tam açıklayamamaktadır. İncelenen hastalarda genetik etkenler ihtimali yüksek delillere dayandırılmaktadır(Uğur vd., 2008)

Şizofreninin tarihçesine dair klinik semptomlarının ortaya çıkışına ilişkin yazılı kaynaklar mevcuttur. Kaynaklar M.Ö. 1400lü yıllara dayanmakta olan Hint Veda yazılı kaynaklarında günümüzde yoğun yaşanan şizofreni semptomlarında gözlemlenen  üryan gezen, kişisel görünüşüne dikkat etmeyen, hiçbir işle ilgilenmeyen; üretime katkıda bulunmayan, maneviyata oldukça düşkün, kendisini ilah yerine koyan, çevresindeki insanların kendisine zarar vereceğini söyleyen bireylerden bahsedilmiştir(Soygür vd., 2007). Ortaçağda 18. Yüzyıla değin şizofreni yaşayan bireyler iblis ve ilahın lanetlediği bireyler oldukları düşünülmüş, sosyal yaşamdan dışlanmak istenmiş, azap ve eziyet verilmiş hatta hayatlarına son verilmiştir. 18. Yüzyıl sonlarında Fransız Philippe Pinel (1745-1826) şizofreni yaşayan bireylerin akli becerilerinin yittiğini veya bozulduğunu(demans) ileri sürmüştür(Işık vd., 2015). 1896 yılında adı duyulmuş Alman Ruh Doktorlarından olan Emil Kraepelin (1826-1926) zamanının düşünceleri ‘‘dementia praecox, haberfreni ve katatoni’’ adları çatısında, tek tek bulunan sendromları açıklayacı bir bakış açısıyla klinik semptomları açısından tek çatı altında ‘‘dementia praecox’’ adıyla toplamalarını lüzum görmüştür. Çalışmalarını tekrar tekrar irdeleyen Kraepelin sonlanışlarına bakarak psikiyatrik hastalıkları, çökkünlük gösterenler (dementia praecox) ve çökkünlük göstermeyenler (manik-depresif psikoz) adı altında iki temel kümeye ayırmıştır. Oluşturduğu bu semptomlardaki temel özellikler halüsinasyonlar, sanrılar, düşüncenin yapısında bozulma, enkoherans, afektif  küntlük, negativizm, stereotipler ve içgörü kaybı biçimindedir(Polat, 2010). İsviçreli ruh doktoru Eugen Bleuler 1911 yılında ortaya koyduğu ‘‘Dementia Praecox ya da Şizofreniler Grubu’’ şeklinde adlandırılan kitabında şizofreninin gençlik yıllarında ortaya çıkmasında ve yaşlanmanın bitmesinin önemi olmadığını ifade etmiştir. Bleuler Şizofreninin bireyin içsel aleminde yarılmanın üstüne basarak (schisme), yunan dilinde aklın bölünmesi (splitting of the mind) manasına denk düşen ‘‘Şizofreni’’ söylenişini önermiş ve yıllar bunu değiştirememiştir. Blueler hastalığın esaslarını oluşturan 4 semptomu  ‘‘4A Belirtisi’’ şeklinde adlandırmış, 4 semptom ‘‘Assosiyasyon Bozukluğu, Autizm(otizm), Ambivalans ve Affektif Bozukluk’’ biçimindedir. Bleuler temel semptomların ‘‘birincil’’ şeklinde adlandırılmasını; sanrı, varsanı, katatoni ve motor bozuklukların ‘‘ikincil belirtiler’’ şeklinde tanımlanması gerektiğinin altını çizmiştir. 20. Yüzyılda Alman Ruh doktoru Kurt Schneider (1887- 1967) hastalığın tasvirinde ‘‘fenomenolojik’’ şeklinde kavramsallaştırılmasını tavsiye ederek, hastalığın teşhisi için ‘‘birincil’’ ve ‘‘ikincil’’ semptomlardan bahsetmiştir. Birincil semptomlar; vaziyet ifade eden görüş bildiren sesler, birbiriyle atışan sesler, kendine ait düşüncelerin sesli ifadesini duymak, kendi kontrolünde olmayan kişiler tarafından kontrol edilme, düşüncelerinin fark edilmesi, düşüncelerinin aşırılması, zihne kendine ait olmayan fikirlerin yerleştirilmesi ve sanrısal idrak(O. Öztürk, 2008). 

Şizofreni Ve Genetik

  1. Eski Dönemlerde Şizofreni Genetiğine Bakış

Şizofreninin oluşumunu ve ortaya çıkan farklı durumlar ile kıyaslamak karşılaştırmak amacıyla insan kalıtımı üzerinde araştırmalar mevcuttur. İlerlememize olanak veren kritik kalıtsal çalışmalardan ‘‘Genom Boyu İlişkilendirme Çalışması (GWAS)’’tır. Bu çalışmada 100(yüz)den daha çok gen lokusu tayin edilmiş olup şizofreninin poligenik yapısı gözden geçirilmiştir(Green vd., 2010). Neanderteller’i ilgilendiren genom dizisi, eski uygar toplumlar  ve birincil dereceden akrabalarla yaşamlarını ayırdıktan sonra pozitif seleksiyondan müteestir olan genomik yerleri ayırmaya fayda sağlamaktadır(Prüfer vd., 2014). 2(iki) Eş türüne özel kendine has genomik yapılar, kabul gören insani durumları ve insan evrimi ve hastalıkla bağlantıyı tanımlamada fayda sağlayabilmektedir(Srinivasan vd., 2016). Bahsi geçen pozitif seçilim pozisyonu, hastalığın popülasyonuna yardım sağlayan genlerin ayırt edilmesini onaylayan orta yol bulucu bir evrimsel düzenektir. Hastalıkta yol kat ettikçe güçlenen durumlardan biri de üretken düşünme özelliğinin artmasıdır, incelenen hastalardan bu durum fark edilebilmektedir. Pozitif seçilim ile seçilen üstelik faydalı durumlardan birisi de üretken kalıtımın üç alellik türlerini ile ilişkili, SLC6A4 (Solute Carrier Family 6 Member) TPH1(Trptophan hydroxlase 1), DRD2(Dopamine Receptor D2) genleri vardır(Crespi vd., 2007). Hastalığı taşıyanlarda bu alellik türleri üretken ve düşünsel alandaki hususların yüksek kalıtımı, birtakım Şizofreni hastalığını yaşayanların birazında alakalı genlerin pozitif seçiliminin delili niteliğindedir. Hastalıkla alakalı genlerin yararlı genlerin kendine has durumları, bireylerin olgunluk düzeylerine katkı sağlayarak bahsedilen genlerin seçime ilişkin deliller sunmaktadır(Li vd., 2016). Günümüz toplumuna adım atan bireyler Neandertal temelli ‘‘polimorfizm’’ miktarının kafatası ve beyin morfolojisiyle alakalı bulunmuştur ayrıca alakalı bulunan pozisyon ‘‘filogenetik’’ şeklinde aktarılabilen insan nörobiyolojisinin insana has izleri gözler önüne sermektedir. Cetten miras insan nörobiyolojisine yönelik derinlik sağlamaktadır.  Neandertel yönelimli genetik türü günümüz insanlarında nörolojik bakımdan kullanışlı görülmektedir. Gregory ve ark. (2017)’nın araştırmasında gri ve beyaz  madde hacmi, bölüme göre sulkal öz, beynin tüm dönemecinin arkasında yatan mantoya hangi miktarda dönüştüğünü sayısal ifadelere döker. NeanderScore, ilk olarak kafatası biçimini tahlilindeki en yüksek farklılığın arkasındaki sebep, Neandertal kalıtım yoğunluğunun, günümüz insan beyni etkilemesinde ehemmiyet verilen ancak kısmi bir fonksiyonu olduğunu gözler önüne serer. Önceki dönem insanlığının dokuları incelenerek ortaya koyulan doneler günümüzde hastalığın kalıtımsal bakış açısını anlamamızda fayda sağlayıcı özellikler verir(Gregory vd., 2017).  

Şizofrenin Tekamül Açısından İncelenmesi.

Şizofreni ve beynin ağ mimarisiyle alakalı günümüz araştırmaları hastalığın, beyin irtibat durumunda bozulmalar olduğunu delilleri gözler önüne sermektedir. Psikoz ve tekamül süreciyle ilgili teoriler, hastalığın azalmış olan korpus kallozum bağlanabilirliği ve ventriküler kapsamda orantısız farklılaşmalara ilaveten farklı primatlarla karşılaştırıldığında fazlalaşmış serebral orantısızlığı ile desteklenmiştir. Hastalığın devamlılığıyla genlerin saklanması, genetik polimorfizim bakımından kârlılığı ve hastalıkla bağlantılı öteki genlerin etkilenmesinde paleiotropik tesiriyle izah edilmektedir. Hastalığın gen türlerinin saklanması: üretken düşünme, psikoz bakımından kollara ayrılması dilin değişim ve gelişimi, serebral orantısızlıkla alakalandırılmaktadır. Crow’un  bakış açısıyla serebral genetiğini toparlayan sadece gen dönüşümü  türler içindeki önemli düşünsel ve davranışsal bozulmalara yol açabilmekte olup psikotik rahatsızlıkların temelinde bulunur ayrıca dilin dönüşümü noktasında temel bir işlev görür. Maymunlar ve insanlar genetik şifrelerin bulunduğu baz çiftleri kıyaslandığıda sadece %1,5’inde değişiklikler fark edilmiştir. Van den Heuvel’in araştırmasına bakımından incelendiğinde birincil düzeyde aile fertlerimiz birincil düzeyde aile fertlerinden olan maymunlarla serebrum bağlantıları kıyaslandığında yalnızca insanlarda olan irtibat sistemleri, yaklaşık olarak şizofreni belirtilerinde iki tür incelendiğinde bölüşülen ilişkilendirmeler bakımından üst düzey gen aktarımı olduğu görülmektedir. Günümüz bireyleri zihinsel irtibatların tekamül sürecindeki farklılaşmalar, hastalığın ilerlemesini üst düzeyde etkilemiştir. Fakat hastalıkla ilgili bütün zihinsel değişiklikler tekamül sürecine bağlanamamaktadır. Hastalığın seyrinde çok eksenli durumlar söz konusudur

Şizofreniye Nörokimyasal Bakış

          Beyinin nörokimyasal olayları bakımından iki temel alanda toplanabilir. İlki sinir hücreleri ilişkisinde elektriksel haberleşmeyi sağlayan ‘‘sinaps’’ boşluğu ile iletimdir. ‘‘Akson ucu’’na ulaşan ‘‘aksiyon potansiyeli’’ birtakım nörokimyasalın bırakılması ardından sinir hücrelerinin mesaj iletiminin evveli sinir hücresinin haberdar edilmesiyle elektriksel bağlantıların sürekliliği sağlanır. Bu durumda beynin farklı alanları arasındaki haberleşme, algılamalar aracılığıyla uyarımların kabuğa iletilerek davranışın oluşmasında ‘‘motor komut’’ların hedef organa iletilme durumu ortaya çıkar. Bahsi geçen durumda görevin taşıyıcısı nörokimyasal iletimin ‘‘iyon kanalı’’ içeren almaçlardır. Haberdar edilen sinir hücreleri bünyesinde barınan kanalların bariyerleri kalkarak 1(bir) milisaniyeden az zamanda ‘‘İyon’’ aktarımına ortam hazırlanır. Beyinde söz edilen durumla alakalı nörokimyasal iletim sağlayanlardan ikisi ‘‘Glutamat’’, ‘‘Gaba’’dır. Bellenen durumda en ufak yapı taşları bünyesinde barındırdığı özlerin %90ında ‘‘Glutamat’’ vardır, ‘‘GABA’’ da nöronların iletiminde yavaşlatıcı olarak çoğunda mevcuttur. Beyni PC. Sistemine göre uyarlarsak bahsi geçen kimyasalların bilgisayarın çalışması için başka bir şeye ihtiyaç duymaması icap ederdi. Ancak beyin yapısında GABA ve glutamat dışında onlarca kimyasallar çalışmaktadır. Fazlaca bulunan nörotransmiter kümeleri başlıca görevleri beyinde haberleşmeyi sağlamaktır(Modülasyon). ‘‘Dopamin, Serotonin, asetilkolin, noradrenalin’’ ‘‘monoamin’’ türevi ileti sağlayan kimyasallar ve ‘‘nöropeptit’’ler ikinci gruba konulabilmektedir. Sayılan kimyasalların tesiri süre bakımından diğerlerine göre daha fazla olabilmektedir. Hele ki ‘‘monoamin’’ grubu beynin ve ‘‘beyin sapı’’nın elektriksel faaliyetlerine katkı sağlarlar. Bahsi geçen kimyasalların ve aktivitelerinin şizofreni hastalığındaki etkileri günümüze kadar olan çalışmalara mevzudur(REZAKi, 1998),(BALLI, 2022). GABA etkinleştirmelerinin eksildiği senaryoda dopamin hiperaktivasyon ortaya çıkmaktadır. Serebral dopamin çoğalması şizofrenik semptomlarıyla alakalandırılmaktadır(Türkmen, 2020).

Şizofreni ve Serotonin

Hastalığın serotonin hormonuyla münasebetini gösteren varsayım dopamin varsayımının öncelerinde çalışmalar yapılmıştır. 1900’lü yılların ortalarında çalışılan varsayım görsel sanrıları  ortaya çıkaran LSD mutluluk sağlayan nörotransmiterle birleşerek tesir verir(Uzbay, 2009). Üstelik Gaddum, Wolley ve Shaw eşgüdümsüz çalışmalarda psikolojik rahatsızlıklarda beynin azalmış mutluluk nörotransmiterinden ortaya çıkabileceğinden bahsetmişlerdir. Fakat 1900’lü yılların ortalarının ilerleyen dönemlerinde Wolley delilleri detaylı olarak gözden geçirmiş olup beynin mutluluk nörotransmiterinin fazlalaşmasına bağlı olarak farklı gerçeklik algısı yitimleri ortaya koyan hastalıkları arttırabileceğine değinmiştir. Metiserjid ile sinanserin gibi mutluluk nörotransmiteri rakipleri mutluluk nörotransmiterinin hastalıkta güven aralığının dar olduğunu ve semptomları çoğalttığını ifade etmişler. Bu durumun ardından 1900’lü yılların sonlarına doğru hastalıkta mutluluk nörotransmiterinin varsayımı yerini günümüze kadar taşıyan dopamin varsayımına devretmiştir. Fakat zamanın geçmesiyle tutarsızlığın LSD türü karışık kaynaklı rakipler sonucunda ortaya çıktığı fark edilmiştir(TUĞLULAR, 1999). Fark edilen varsayım görsel sanrıları ortaya çıkaran LSD serotonin yoluyla ortaya çıkar. Gerçeklik algısının yittiği bozuklukta ölüm sonucu yapılan araştırmalarda beynin birtakım alanlarında mutluluk nörotransmiterinin dengesiz dağılımda olması, serotonin sinir hücrelerinin aynı düzeyde olmadığı işlevlerinin dağılımında değişiklikler bulundurması, farklı reseptör karakterlerinin eklenmesi çalışmanın zorlaşmasını sağlamıştır. Mutluluk nörotransmiteri beynin çoğu bölümüne yayılmış düzenlerdendir. ‘‘Rafe çekirdeklerindeki’’ sinir hücresinin oluşumundan ortaya koyulan aksonlar kabuğun tüm kısımlarıyla çoğu, beyin kabuğunun dışındaki bölümlere uğrar. Çalışmalarda sürekli varılan nokta, ayrıcalıkla pozitif semptomlara sahip olamayan hastalarda kasa bağlanan sinir hücrelerinin mutluluk nörotransmiterinin reseptörlerinin hassasiyetinde fazlalaşmalarla duruma özel olarak serotonin aktivitesinin fazlalaşmasıdır. Klozapinle güncel şizofreni ilaçlarının serotonin reseptörlerine karşı tutumuyla görsel sanrılara sebebiyet veren LSD’nin serotoninle aynı özelliklere sahip olan kimyasal, hastalığın biyokimyasal bozulmalara yol açtığı varsayımına katkı sağlamıştır. Ancak LSD ile ortaya çıkan durum halüsinasyonlardır, hastalığın başka belirtileri ortaya çıkmamaktadır. Mutluluk nörotransmiteri havuzlarını tahliye edecek ‘‘ajan’’ olarak geçen ‘‘fenfluramin’’ hastalığın pozitif olmayan semptomlarını ortadan kaldırır. Buna dayanarak dirayetli bir ayırıcı 5-HT2 rakipleri hastalığın pozitif olmayan semptomlarına da fayda sağlayıcılığı hakkında konuşulabilmektedir. Bahsi geçen fikir sözü edilen nörotransmiter rakipleri (ritanserin) her şeyden önce pozitif olmayan semptomlu hastalarda fayda sağlayabileceğine katkı sunmaktadır. Bahsi edilen varsayımlar serotonin varsayımına katkı sağlayan keşiflerdir. Ancak dopamin fonksiyonlarını yükselten ‘‘L-Dopa’’ ve ‘‘Amfetamin’’ hastalığın pozitif olmayan semptomlarının düşmesinde katkı sağlar. Bu durumda semptomlar dopamin fonksiyonun düşüşüyle ilişkilendirilebilir. İlişkilendirilen durumda hastalığın sağaltımında dopamin işlevlerinin dengede tutulmasıyla alakalandırılmıştır(Abi-Dargham vd., 1997). Diğer taraftan beyin fonksiyonlarına nizam katan  dopamin ve serotonin, hastalıkta meydana gelen temel belirtileri yok etmeye dönük farklılaşmalara başlamış olması ihtimaller içindedir(Yavasci & Akkaya, 2012),(Özkul & Gölgeli, 2019).

  1. Şizofreni ve Dopamin

Psikoz karşıtı ilaçların buluşu, psikozda esas mesuliyetin dopaminden kaynaklı fikrini ortaya çıkardı. Çalışmacılar psikozun beyin omurilik sıvısı, kan ile sidikte bahsi geçen nörotransmiterin enzimlerini varsayılandan çok fazla bulunduğunu kesinleştirdi. Üstelik ‘‘Parkinson’’ sıkıntısında faydalanılan nörotransmiterin psikoz’a yakın belirtiler oluştuğunu gözlemlendi. Yakın biçimde beynindeki haz nörotransmiterini aktif hale getiren marijuana, ‘’kokain’’, ‘‘amfetamin’’ türü uyuşturucu ve uyarıcıların hastalığın semptomlarına yakın durumlar gözlemlendi. Geçmiş zamanlarda ilaçların psikoz karşıtı sayılabilmesi için ilk şartı haz nörotransmiteri fonksiyonlarını inhibe yapmasıydı. Bu özelliğin temel şartı insan dışı testlerde ‘‘nörolepsis’’ ya da ‘‘katalepsi’’ sonucuna varabilmesiydi. Mevcut pozisyonda geçmiş zamanlarda psikoz karşıtı ilaçlar ‘‘nöroleptikler’’ şeklinde adlandırılmıştır. Üstelik mevcut algıların sebebi olarak ‘‘klozapin’’in talihsiz hikayesi mevcuttur. 1950’li yılların sonu buluşlarından olan klozapin, insan dışı testlerde ‘‘katalepsi’’ durumuna erişemediği için bahsi geçen senelerde psikoz karşıtı kabul edilmemiştir. Halbuki klozepinin pozitif olmayan semptomlarda etkinliğinin farkına ve psikozda modern tedavi ajanlarından faydalanılması, hastalıkta o güne kadar kabul gören tedavi ajanlarının farkındalık yarattığı haz nörotransmiteri  bakışının başkalaşmasına neden olmuştur(Stahl, 2000). Zira başlangıçta klozapin ve başka ilaçlar bilhassa ‘‘mezolimbik bölge’’ ye ayıklayıcı tesir eden haz nörotransmiteri seviyelerinin alçalmasına yol açarak fayda sağlarken, mutluluk nörotransmiteri fonksiyonlarına da epey nüfuzlu tesiri altında bırakır. Bu neticeyle ‘‘ekstrapiramidal sistem’’ istenmeyen tesirler ortaya koymadan hastalığın pozitif ve negatif semptomlarında fayda sağlamaktadırlar. Psikozda günümüzde diğerlerinden üstün sayılabilecek buluşlardan olan, ‘‘prefrontal’’ haz nörotransmiteri eksikliğinde pozitif olmayan semptomlar ve düşünsel fonksiyonlarda sıkıntılarla alakalı bulunduğu fark edilmiştir. Mutluluk nörotransmiteri fonksiyonlarında etki mekanizması yüksek tedavi ediciler, mutluluk nörotransmiteri fonksiyonlarının haz nörotransmiter fonksiyonları üstünde yarattığı zorlanma yoluyla prefrontal haz nörotransmiteri seviyesini yükselterek hastalıkta pozitif olmayan semptomları, düşünsel fonksiyonlara tesiri vardır. Haz nörotransmiteri düzenleyici ilaçlar yakın zamanda ortaya çıkmıştır. Bu tedavi ediciler eksiği yükseltici, fazlalığı azaltıcı olarak çift yönlü fayda sağlamaktadırlar(Alptekin, 2008). Ortaya çıkarılan doneler dopaminin şizofreni sağaltımında etkinliğinin yüksek olduğu şeklindedir(AYHAN & BAYRİ, 2022). Dopamin sanrısal semptomlarda işe yarasa da çok fazla ekstrapiramidal semptomların ortaya çıkmasına yol açmaktadır(Akyildirim,2019.)

SONUÇ VE TARTIŞMA

       Şizofreni toplum ruh sağlığına yıkım etkisi getiren ruhsal hastalıklardan biridir. Bireylerde yüksek düzeyli işlev kaybına yol açan sosyal, bilişsel, duygusal niteliklerde etkilenmelere yol açan bireylerin gerçekliklerinin bozulmasıyla ortaya çıkan bir sorun türüdür. Genetik bağlamda varsayımlar söz konusudur. Bu varsayım serotonin protein taşıyıcısı, serotonin taşıyıcı, dopamin reseptör genetikleridir. Şizofreninin tekamülü ise şempanzelerde yapılan bir araştırmalarla desteklenmektedir. Bu araştırmaya göre şizofrenik semptomların irtibat sistemlerindeki genlerin üst düzey aktarımına dair deliller sunmaktadır. Nörokimyasal açıdan incelendiğinde şizofrenik vakalarda beynin yapısı incelendiğinde serotonin dağılımının düzensiz olduğu gözlemlenmiştir. Serotonin ile ilgili yapılan çalışmalar ise dopamin nörokimyasalıyla ilişkili sonuçlara götürmüştür. Dopamin ile ilgili çalışmalar uyarıcı nitelikteki maddelerin beynin işlevleriyle ilişkilendirilmiştir. Şizofrenik semptomları oluşturan uyarıcı maddeler dopaminin önemini ortaya koymuştur. Dopamin ile ilgili çalışmalara klozapin cinsi ilaçlar ışık tutmuş olsa da şizofreninin tam olarak nedeni sağlam kanıtlara dayandırılamamaktadır.

        Bu çalışmada şizofreni nörobiyolojik açıdan incelenmeye çalışılmıştır. Şizofreninin günümüzde tam olarak nedenini açıklama yönünden kesin kanıtlar bulunmamasına karşılık şizofrenide psikolojik yönden açıklamalarıyla bütünsel bir yaklaşımın daha etkili olacağı kanaatindeyim. Psikososyal desteğin şizofrenide etkinliği bilimsel kanıtlanmıştır. Psikososyal açıdan nörobiyolojik araştırmaların şizofreniye ışık tutacağı kanaatindeyim.

KAYNAKÇA

1)Öztürk, M. O., & Uluşahin, A. (2014). Ruh sağlığı ve bozuklukları. Nobel Tıp Kitabevleri.

       2)Abi-Dargham, A., Laruelle, M., Aghajanian, G. K., Charney, D., & Krystal, J. (1997). The role of serotonin in the pathophysiology and treatment of schizophrenia. The Journal of neuropsychiatry and clinical neurosciences, 9(1), 1–17.

Akyildirim, S. (y.y.). Şizofreni tanılı hastalarda Nrf 2 ve inflamatuar sitokin düzeylerinin değerlendirilmesi.

Alptekin, K. (2008). Şizofreni Tedavisinde Yeni Kuşak Antipsikotikler: Dopamin Sistemi Dengeleyicileri ve Aripiprazol. Klinik Psikofarmakoloji Bulteni, 18.

AYHAN, M., & BAYRİ, A. (y.y.). SUYUN ŞİZOFRENİYE ETKİLERİNİN İKİ FARKLI NÖROTRANSMİTTER BAĞLAMINDA TEORİK OLARAK İNCELENMESİ. Sağlık Bilimleri Dergisi, 31(2), 169–175.

Back, L. (2003). Deep listening. Cultural Geography in Practice, 272.

BALLI, E. (y.y.). ŞİZOFRENİ TEDAVİSİNDE YENİ AJAN-LUMATEPERON.

Belene, E. (2009). Şizofreni’de Anksiyete Belirtilerinin, Pozitif, Negatif ve Depresif Belirtiler, İntihar Düşüncesi, İçgörü ve Yaşam Kalitesi Açısından İncelenmesi. Uzmanlık tezi, Tc. Sağlık Bakanlığı Bakırköy Ord. Prof. Mazhar Osman Ruh Sağlığı Ve Sinir Hastalıkları Eğitim Ve Araştirma Hastanesi, 9.

Crespi, B., Summers, K., & Dorus, S. (2007). Adaptive evolution of genes underlying schizophrenia. Proceedings of the Royal Society B: Biological Sciences, 274(1627), 2801–2810.

Ertuğrul, A. (2010). Şizofreninin Nörobiyolojisi, Temel Psikofarmakoloji, 1. baskı. Ankara.

Green, R. E., Krause, J., Briggs, A. W., Maricic, T., Stenzel, U., Kircher, M., Patterson, N., Li, H., Zhai, W., & Fritz, M. H.-Y. (2010). A draft sequence of the Neandertal genome. science, 328(5979), 710–722.

Işık, E., Coşkunol, H., Evren, C., & Işık, U. Ş. (2015). Alkol Madde Bağımlılığı. 1. baskı. İstanbul: Sigma Publishing.

Li, M., Wu, D.-D., Yao, Y.-G., Huo, Y.-X., Liu, J.-W., Su, B., Chasman, D. I., Chu, A. Y., Huang, T., & Qi, L. (2016). Recent positive selection drives the expansion of a schizophrenia risk nonsynonymous variant at SLC39A8 in Europeans. Schizophrenia bulletin, 42(1), 178–190.

Özkul, T., & Gölgeli, A. (2019). Deneysel şizofreni modellerinin oluşturulması ve deneysel yöntemlerle şizofreni belirtilerinin değerlendirilmesi. Mersin Üniversitesi Sağlık Bilimleri Dergisi, 12(2), 351–359.

Öztürk, M. O., & Uluşahin, A. (2014). Ruh sağlığı ve bozuklukları. Nobel Tıp Kitabevleri.

Öztürk, O. (2008). Uluşahin A. Ruh sağlığı ve bozuklukları. 1. Tuna Matbaacılık. 11. Baskı. Ankara, 496–497.

Polat, S. (2010). Şizofreni hastaları ve kardeşlerinde düşünce bozukluğu ve aile işlevleri ile ilişkileri. Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi.

Prüfer, K., Racimo, F., Patterson, N., Jay, F., Sankararaman, S., Sawyer, S., Heinze, A., Renaud, G., Sudmant, P. H., & De Filippo, C. (2014). The complete genome sequence of a Neanderthal from the Altai Mountains. Nature, 505(7481), 43–49.

REZAKi, M. (1998). Şizofreni nörobiyolojisine kısa bir bakış. Klinik Psikiyatri, 1(1), 31–34.

Soygür, H., Alptekin, K., Atbaşoğlu, E. C., & Herken, H. (2007). Şizofreni ve diğer psikotik bozukluklar. 1. Baskı. Türkiye Psikiyatri Derneği Yayınları, 500.

Srinivasan, S., Bettella, F., Mattingsdal, M., Wang, Y., Witoelar, A., Schork, A. J., Thompson, W. K., Zuber, V., Winsvold, B. S., & Zwart, J.-A. (2016). Genetic markers of human evolution are enriched in schizophrenia. Biological psychiatry, 80(4), 284–292.

Stahl, S. M. (2000). Essential psychopharmacology: Neuroscientific basis and practical applications. Cambridge university press.

SUMMAKOĞLU, D., & ERTUĞRUL, B. (2018). Şizofreni ve tedavisi. Lectio Scientific, 2(1), 43–61.

TUĞLULAR, I. (1999). “Atipik Antipsikotik” Kavramı ve Şizofreninin İlaçla Tedavisinde Yeni Ufuklar. Klinik Psikofarmakoloji Bülteni, 9(1).

Türkmen, B. (2020). Şizofrenide akut dönemde nöroplastisite ile ilişkili etmenler= Factors related to neuroplasticity in acute period in schizophrenia.

Uğur, M., Tıp, İ. Ü. C. T. F. S., & Etkinlikleri, E. (2008). Türkiye’de sık karşılaşılan psikiyatrik hastalıklar. STE sempozyum dizisi İstanbul, 62, 59–84.

Uzbay, I. T. (2009). Şizofreni Tedavisinde Yeni Farmakolojik Yaklaşımlar. Turk Psikiyatri Dergisi, 20(2).

Yavasci, E. Ö., & Akkaya, C. (2012). Sizofrenide Serotoninin Rolü/Role of Serotonin in Schizophrenia. Psikiyatride Guncel Yaklasimlar, 4(2), 237.